top of page
Güzel Günler Klinik Logo

Geçmişten Geleceğe DEHB

  • Yankı Yazgan
  • 8 Nis
  • 18 dakikada okunur

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), yıllar içinde daha fazla tanınan ve hakkında daha çok konuşulan bir konu haline geldi. Bu röportajda, Dr. Yankı Yazgan ile deneyim ve araştırmaları ışığında DEHB’nin bireysel ve toplumsal etkilerini, tanı ve tedavi süreçlerindeki değişimleri ve farkındalık çalışmalarını ele aldık. DEHB’li bireylerin karşılaştığı zorlukları, güçlü yönlerini nasıl destekleyebileceğimizi ve bilimsel gelişmelerin alana katkılarını konuştuk. Ayrıca, toplumun DEHB’ye yönelik bakış açısındaki dönüşümünü de değerlendirdik. 

Klinik Psikolog Bedia Kalemzer Karaca’nın hazırladığı Kendime Rağmen podcastinde, Dr. Yankı Yazgan ve Doç. Dr. Eylem Özten Özsoy konuk olarak yer aldı. Bu röportaj, podcastin ikinci sezon dördüncü bölüm kaydından üretilmiştir.  


Bedia Kalemzer KARACA: İlk sorumla başlamak istiyorum. Yıllardır DEHB’li çocuklarla çalıştınız ve Türkiye'de bu alanda öncü isimlerden biri oldunuz. Çalıştığınız o çocuklar artık yetişkin oldu. Meslek hayatınızın ilk yıllarından bugüne, Türkiye'de dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu konusunda farkındalık süreçlerinde ne gibi değişimler gözlemlediniz? 


Yankı YAZGAN: Büyük değişimler gözlemlediğimi söyleyebilirim. Yaklaşık 30 küsur yıllık bir süreçten bahsediyoruz. Çocuk ve ergen psikiyatrisi alanındaki çalışmalarımı düşündüğümde, bu süre içinde DEHB ile ilgili çok şey değişti. En önemli değişimlerden biri, ve diğer değişimleri de peşisıra getireni, DEHB kavramının daha iyi anlaşılması ve yaygınlaşması oldu. Zamanla meslektaşlarımızın da bu konudaki uygulamalarının artmasıyla birlikte, kavram daha net ve kapsamlı bir hale geldi. En önemli sonuçlardan birisi geçmişte bu tanıyı alamamış veya tedaviye erişememiş bireylere kıyasla, günümüzde DEHB’li bireylerin çok daha iyi olanaklara sahip olması. Tedavi seçenekleri, ister ilaç tedavileri olsun ister terapötik yaklaşımlar, ya da okul ve yaşam düzenlemeleri, önceki yıllara göre çok daha yaygın ve erişilebilir hale geldi. Eskiden DEHB daha çok bireysel düzeyde ele alınması gereken bir durum olarak görülüyordu. DEHB dikkati dağınık, dersleri kötü ya da yaramaz olarak tanımlanan çocuklarla ilişkilendirilen bir durumun ötesine geçerek, bugün bir toplum ruh sağlığı konusu olarak ele alınıyor. DEHB’nin sadece akademik başarıyla ilgili değil, yaşam kalitesi, insan esenliği ve toplumsal uyum açısından da nedenleri ve sonuçları açısından önemli bir konu olduğu daha iyi anlaşıldı. Tabii ki, hâlâ karşılaştığımız zorluklar ve eksikler var; ama genel tabloya baktığımızda, son 30 yıl DEHB’li bireyler için çok daha iyi bir dönem oldu. 


Bedia Kalemzer Karaca: Siz ne dersiniz, Eylem Hocam? 


Eylem Özten Özsoy: Yankı Hocam bu konuda benden çok daha deneyimli, hepimizin hocası. Onun gözlemleri bu yüzden çok değerli. Bugün otuzlu, kırklı hatta ellili yaşlarda ilk kez DEHB tanısı alan bireyleri görüyoruz. Bu, alandaki farkındalığın ne kadar arttığını gösteriyor. 2006’da psikiyatriye adım attığımda erişkin DEHB çok fazla tanınan bir durum değildi. Asistanlık ve uzmanlık yıllarımda bile bu konuya sınırlı bir ilgi vardı. O yüzden gerçekten büyük bir gelişim yaşandı. 


Bedia Kalemzer Karaca: Okulun ve toplum ruh sağlığının bu konudaki rolü de önemli. Yankı Hocam, siz de öğretmenler ve toplum ruh sağlığı alanındaki kurumlarla sıkça çalışan biri olarak, bu konuda neler söylemek istersiniz? 


Yankı Yazgan: Öğretmenlerin bu süreçte kilit bir rolü var. Çocukların yaşadığı durumları birebir gözlemleyebilmeleri ve bu konuda duyarlı olmalarına ihtiyacımız var.  Okul ortamı, problemlerin en çok su yüzüne çıktığı yerlerden biri. Adeta oyunun cereyan ettiği bir saha ya da sahne gibi düşünülebilir. 

Anne babalar da birçok meselenin farkında olabiliyor, ancak bazı durumlarda zorluklar ev içinde idare ya da telafi edilebildiği ya da gözden kaçabildiği için, öğretmenlerin ve okul psikolojik danışmanlarının gözlem gücü büyük bir fark yaratıyor. Bu alanda çalışan meslektaşlarımıza dönük eğitimlerin güçlenmesi, somut bilgilerin üretilmesi çocukluk ve ergenlik döneminde sadece DEHB değil genel olarak ruh sağlığındaki ve nörogelişimsel problemlerin daha iyi tanımlanmasını sağladı. Örneğin, 2004-2006 yıllarında Marmara Tıp Fakültesi'ndeki meslektaşlarımla yürüttüğümüz ve 4,000e yakın çocuk için öğretmen ve anne-babadan veri topladığımız bir alan çalışmasında şunu gördük: Anne babalar ve öğretmenler, çocuktaki problemi fark etme konusunda çoğu zaman mutabık değil. Veliler bir sorun olduğunu söylerken aynı çocukta öğretmenler bunu görmüyor ya da tam tersi bir durum yaşanabiliyor; ya da öğretmen bir zorlanma fark ediyor; veli hiç o fikirde değil, kabul etmiyor.  Kadıköy’de yaptığımız bu çalışmada, DEHB semptomları gösteren çocuklar için duruma eklenen başka bir ruh sağlığı sorunu veya davranış bozukluğu olmadığı sürece anne-babanın genellikle klinik başvuruda bulunmadığını gözlemledik. Özellikle daha kalabalık sınıflarda, sosyal ve ekonomik olarak  dezavantajlı bölgelerde, problemi en çok  öğretmenler fark ediyordu. Ancak bu 20 yıl öncesine ait bir veri. O dönemde farkındalık bulunsa bile başvurulabilecek kaynaklar çok sınırlıydı.  Zamanla bu alanda önemli değişimler yaşandı. Çocuk psikiyatristlerinin sayısının artması, psikologların ve psikolojik danışmanların bu konuya ilgisinin çoğalması, öğretmenlerin tedavilerden yararlanan çocukların hayatındaki olumlu değişimi görmesi ve erişkin psikiyatrisinde  DEHB’ye yönelik farkındalığın yükselmesi süreci ciddi anlamda dönüştürdü. 90’lı yıllarda DEHB’nin varlığını inkâr eden birçok kişi, zamanla  nörogelişimsel bozukluklar alanında üretilen bilimsel kanıtların ışığında farklı bir noktaya geldi. Başlangıçta bu durumu reddedenler zaman içinde DEHB alanında öncü roller üstlendiler. Ancak her değişim sürecinde olduğu gibi, bazı aşırılıklar da yaşandı. “Aşırı tanı konuyor” veya “gereksiz ilaç tedavileri uygulanıyor” gibi eleştiriler ortaya çıktı. Fakat epidemiyolojik çalışmalar gösterdi ki, tanı konması gereken bireylerin önemli bir bölümü  teşhis edilmemiş ve tedavi almamış olmaya devam ediyorlardu. 

Aşırı tanı tedavi algısı nasıl doğuyor? İstanbul’un daha varlıklı semtlerinde, akademik başarısını artırmak isteyen bazı ailelerin çocukları için gereksiz, eşik altı düzeydeki durumlarda tedavilere aceleci bir yönelme durumu olmuş olabilir. Ancak büyük resme baktığımızda, DEHB tanısı alabilir durumdaki  birçok çocuğun danışmanlık ya da tedavi almadığı, temel öğrenme ve sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılayamadığı görülüyor.  Geçmişte, öğretmenlerin ve kısmen de hekimlerin bu konudaki farkındalığı daha düşük olduğu için, pek çok çocuk ve genç, alabilecekleri tedavi imkanlarından mahrum kaldı. Ailelerin ilaç tedavisine yönelik endişeleri de bu süreci etkiledi. Medyada yapılan olumsuz yorumlar nedeniyle bazı aileler, doktorun önerdiği tedaviyi reddetti. Aynı çocuklar ancak yıllar sonra, tedavi almadıkları için akademik ve sosyal hayatta zorlanan, kimlik gelişiminde sorunlar yaşayan bireyler olarak tekrar başvurdular.  Son 30 yılı klinisyenler ve DEHByi yaşayanlar açısından değerlendirdiğimizde, ilk 15 yıl boyunca DEHB’nin anlaşılması, tedavi seçeneklerinin netleşmesi ve bilimsel verilerin yaygınlaşması üzerine odaklanıldı. Sonraki 15 yıl ise, bilgi ve becerilerin uygulamaya geçirilmesi süreci oldu. Türkiye genelinde, kamu hastanelerinde bu konudaki hizmetler arttı, öğretmenlerin farkındalığı yükseldi. Giderek erişkin yaştaki DEHB’nin tanınması konusunda önemli bir mesafe kat edildi. 


Bedia Kalemzer Karaca: Bu noktada sizin gözlemleriniz neler, Eylem Hocam? 


Eylem Özten Özsoy: Yankı Hocam az önce çok güzel özetledi. Biz de klinik başvurulara baktığımızda, 35-40 yaş ve üzerindeki bireylerin tanısının hiç fark edilmediğini, ancak 30’lu yaşlardaki vakalarda çocukluk döneminde değerlendirilmiş ama aile tarafından tedavinin reddedilmiş olduğunu sıkça görüyoruz. Çocuklukta önerilen tedavi uygulanmış olsaydı, bu bireyler muhtemelen benlik saygısı başta olmak üzere pek çok alanda daha az zorlanabilir, bugünkü noktaya gelmeden bazı süreçleri daha rahat atlatabilirdi. Bu yüzden, erişkin DEHB tanısı alan bireylerin hikâyelerinde sıkça benzer örneklerle karşılaşıyoruz. 


Yankı Yazgan: Burada önemli bir soru ortaya çıkıyor: Küçük yaşta DEHB tedavisi gören bireyler, yetişkin olduklarında bu durumdan tamamen kurtulmuş mu oluyorlar? 

Hayır. DEHB, yaşam boyu süren bir durumdur. Ancak bu, her an klinik düzeyde bir sorun yaşanacağı anlamına gelmez. Sürekli problem çıkaran bir bozukluk değil, belirli dönemlerde ve koşullara bağlı olarak semptomatik nitelik gösteren bir süreçtir. Bu ayrımı iyi yapmak gerekir. 

Çocukluk çağında DEHB tanısı alan bireylerle ilgili en kapsamlı çalışmalardan biri MTA (Multimodal Treatment Study of ADHD) çalışmasıdır. Bu, 1990’lardan başlayıp 2020’lerde  süren, DEHB’li çocukların takibini içeren, yürütülmüş tedavilerin etkinliğini inceleyen ve durum üzerine etkisi olan birçok değişkeni analiz eden büyük bir araştırmadır. Kardiyoloji veya onkoloji gibi diğer tıp alanlarında yapılan uzun vadeli takip çalışmaları gibi, bu da DEHB alanındaki tanı ve tedavi standartlarının ortaya konmasında bir temel taşı niteliğindedir. MTA çalışmasının son verilerine baktığımızda, takip edilen çocukların yaklaşık %10’unun tedaviye hiç yanıt vermediğini ve sürekli zorlandıklarını görüyoruz. Buna karşılık, başka bir %10’luk grup erken dönemde iyi bir tedavi almış, tam bir yatışma olmuş ve yetişkinlikte Yüzde 15lik bir başka grup ise kısmen yatışmış, kalan tek tük semptom bağlama göre kısmi bir rahatsızlık yaratıyor. DEHB ile ilişkisi kalmamış. Ancak en büyük grup, yani %60-65’lik kesim, "dalgalı seyir" dediğimiz bir model izliyor. Bu kişiler, yaşam olaylarına, çevresel faktörlere ve ek ruhsal bozuklukların olup olmamasına bağlı olarak DEHB semptomlarını dönemsel olarak yaşıyorlar, durumları tedavi gerektiriyor. Aradaki dönemlerde semptomsuz, DEHBsiz oluyorlar.

Dolayısıyla, çocuklukta tedavi almış olmak her şeyi tamamen çözüyor mu? Hayır, tamamen çözmüyor. Ancak geleceği olumlu etkileyen ve semptomların ortadan kalkıp kalkmamasıyla kısmen ilişkili, diğer yandan bağımsız etkisi de olan bir kazanç sağlıyor. Çocukluk ve gençlik döneminde DEHB semptomlarının kontrol altında olması, ilerleyen yıllarda ortaya çıkabilecek ruh sağlığı komplikasyonlarını önlemek açısından büyük önem taşıyor.  Tedavi, ileride yetişkin yaşta semptomlar geri gelse bile, eğitimin tamamlanmasını, bireyin kendisiyle ve çevresiyle daha sağlıklı ilişkiler kurmasını, toplumsal hayata daha olumlu bir şekilde katılımını destekler. Aile ile kurulan ilişkilerin daha sağlıklı olması, çocuğun gelişim sürecinde alması gereken desteği tam anlamıyla almasını ve anlamlı bağlar kurabilmiş olarak yaşamın sonraki evrelerine ilerlemesini sağlar. Sonuç olarak, erken dönemde yapılan müdahaleler DEHB belirtilerini yaşam boyu tamamen ortadan kaldırmasa da, bireyin yaşına özgü gelişimin gereklerini yerine getirmesini sağlar, edindiği kazanımlar ile o anki ve gelecekteki yaşam kalitesini artırabilir ve daha dengeli bir hayat sürmesine yardımcı olabilir. Üstelik tedavi sadece ilaçtan ibaret değildir; çocuğun gelişimsel ihtiyaçlarının karşılanması, psikososyal desteklerin sağlanması, annebaba ve diğer yetişkinlerin olumlu katkılarının olması ve uygun eğitim yaklaşımlarının benimsenmesi de sürecin önemli parçalarıdır. Böylece, DEHB tanısı olan bireyler de tanı alabilecek durumda olsalar bile mutlu, rahat ve başarılı bir hayat sürebilir. 


Bedia Kalemzer Karaca: Tam da burada bir noktaya değinmek istiyorum hocam. Aslında size sormak istediğim konuya siz de giriş yaptınız. Erken tanının yetişkinlikte bireylerin hayatına etkisinden bahsettiniz. İlaç tedavisinin, DEHB için birincil tedavi yöntemi olduğunu biliyoruz, ancak bunun yanında birçok destekleyici unsur da var: aile, okul, öğretmenler ve belki de psikoterapi desteği... Bu noktada sizin görüşleriniz neler? 


Yankı Yazgan: Şöyle düşünelim… Çocukluk, hayatımızın pek çok yönünü belirleyen bir dönem. Burada önemli bir soru şu olabilir: Bugün yaşananlar ileride nasıl hatırlanacak? Okul, sınıf ortamı, deneyimler, ilişkiler... Çünkü biliyoruz ki yaşanan olaylar ve söylenenler unutulabilir ama durumların yarattığı duygular hep kalır. 

DEHB, uygun şekilde ele alınmadığında, gelişimi birçok noktada sekteye uğratabilir. Ancak bu, yalnızca ilaçla çözülebilecek bir durum değil; birçok durumda ilaçsız da çözülemese bile. İlaç kullanan ya da kullanmayan birçok kişinin hayatında olumlu değişim sağlayan birkaç kritik faktör var. 

Bir öğretmenin ya da ebeveynin, çocuğundaki DEHB’yi ve çocuğun kendisini gerçekten anlaması çok önemli. Genel teorilerden ya da popüler bilgilerden öte, "Benim çocuğumun hayatında DEHB nasıl bir etki yaratıyor?" sorusuna net bir yanıt bulmaları gerekiyor. Bu farkındalık, çocukla nasıl bir ilişki kurulacağını, hangi duygusal gelişim ihtiyaçlarının karşılanmasının gerekli ve hangi becerilerin kazandırılmasının öncelikli olduğunu belirler. 

Birçok çocuk, yıllar sonra kendisine net sınırlar çizen, dürüst, sevecen ve anlayışlı yetişkinleri iyi bir şekilde hatırlar. Bu bazen bir ilkokul öğretmeni, bazen bir akraba olabilir. Ama en büyük farkı yaratanlar, çocuğun sorunlarını görmezden gelmek yerine cesaretle ele alan, ona destek olan, destek sistemini örgütleyen anne babalardır.  DEHB ile ilgili yapılan tüm müdahalelerin—eğitimsel, psikolojik ya da tıbbi olsun—temel amacı aynıdır: Çocuğun geleceğe ilerlerken kendine olan inancını ve dünyaya duyduğu güveni sarsmadan gelişimini desteklemek.  Bunu sağlamak için hangi yöntemin kullanılacağı çocuğun ihtiyaçlarına göre değişebilir. Bazen ilaç tedavisi, bazen psikoterapi, bazen de aile danışmanlığı durumun düzelmesinde daha etkili olabilir. Bu yöntemlerin aynı şeyleri düzeltmediğini not edelim; örneğin semptomların düzelmesini sağlamak için en etkili araç ilaç tedavisidir. Bu kanıta dayalı uygulamanın yanısıra, ilaç tedavisi ile olan düzelmeyi psikolojik incinmelerin iyileştirilmesini sağlayan bir terapötik ilişki iyileşmeye dönüştürebilir. Ailelerin, okulların ve bireysel desteklerin rolü burada kritik bir noktada duruyor.  Bazen sadece bir özel ders almak bile çocuğun sürecinde büyük bir fark yaratabilir. Bu özel dersi, sevgiyle destek olan bir abla da verebilir, alanında çok iyi bir öğretmen de... Önemli olan, çocuğun hayatında anlamlı bir ilişki kurabilmektir. Bu ilişkinin duygusunu geleceğe taşımak iyi bir etki sağlar.

Sonuç olarak, anlamlı ilişkiler ve doğru destekler, DEHB tanısı almış bireylerin yaşam kalitesini artırır, geleceğe taşınan riskleri azaltır ve onların daha sağlıklı bir gelişim süreci geçirmesine yardımcı olur. 


Bedia Kalemzer Karaca: Siz ne dersiniz, Eylem Hocam? 


Eylem Özten Özsoy: Yankı Hocam’ın "geleceğe taşıdığı" dediği şey o kadar önemli ki… Çünkü biz de tam olarak bu noktada, o geleceğe taşınan etkilerle karşılaşıyoruz. Çocukluk döneminde tanı alıp almamak, tedavi görüp görmemek elbette önemli ama benim en çok dikkat çekmek istediğim nokta, kişinin kendine olan inancı. Benlik saygısı, özgüven, adı ne olursa olsun, bireyin kendine inanması, yaşadığı zorluklarla mücadele etme kapasitesini belirleyen temel faktörlerden biri. Ancak bu noktada ciddi zedelenmeler görüyoruz. Yıllarca tanı almamış, destek görmemiş ya da DEHB’si fark edilmesine rağmen tedavi edilmemiş bireylerde, zamanla bu inanç yıpranıyor. Ve erişkin dönemde bize başvurduklarında, çoğu zaman en çok çalışmamız gereken alanın burası olduğunu görüyoruz.  Kendi yetkinliğine, başarabileceğine dair inancı kaybolmuş, mücadele edecek enerjisi kalmamış bireylerle karşılaşıyoruz. Üstelik bu sadece DEHB ile sınırlı bir durum da değil; zaman içinde eklenen diğer ruhsal durumlar olup olmamasına bağlı olarak da değişkenlik gösterebiliyor. Bu yüzden bu konu gerçekten çok önemli. 


Yankı Yazgan: Burada bir yorgunluk tanımlıyorsunuz, değil mi? "Enerjisi kalmamışlık" ifadesi bence çok isabetli bir saptama. DEHB özünde bir tükenmişlik hali… Çünkü biliyoruz ki tedavi edilmemek, gerekli desteği alamamak, hatta problemin adının bile konmaması, problemi gizlemek zorunda kalmak, bireyin yıpranmasını ve giderek daha fazla yorulmasını beraberinde getiriyor. Bunun duygusal bir maliyeti var. O yüzden sinirlilik, öfkelilik, tahammülsüzlük, sabırsızlık gibi daha çok duygu temelli davranışları DEHBli bireylerde sıkça görüyoruz. En yakın ilişkiler başta olmak üzere dünyayla kurulan bağları da doğrudan etkiliyor. Yorgunluk kritik bir kavram; yıllar boyunca bu mücadeleyi tek başına vermek zorunda kalan kişilerde, sadece fiziksel değil, duygusal bir tükenmişlik de gelişiyor. 


Eylem Özten Özsoy: Kesinlikle hocam, biz bunu çok sık görüyoruz. Ve zamanla bu durum çaresizliğe, karamsarlığa dönüşebiliyor. Birey, "Ne yaparsam yapayım değişmeyecek" inancına kapılabiliyor. Hatta bu, tam anlamıyla "öğrenilmiş çaresizlik" dediğimiz noktaya evrilebiliyor. Depresyon eşlik etsin ya da etmesin, bu tür düşüncelerle çok sık karşılaşıyoruz. 

O yüzden siz az önce çocuğun kendine ve dünyaya olan inancından bahsettiniz ya… Biz erişkinlerde de tam olarak bunu yeniden inşa etmeye çalışıyoruz. Çünkü bu bireyler yıllar boyunca sorumluluklarını yerine getirmeyen, "tembel" ya da "umursamaz" olarak etiketlenmiş olabiliyorlar. Zamanla bu damgalanma, kişinin kendisini de böyle görmesine yol açıyor. 

Bu yüzden DEHB tanısı konduğunda sadece bireye yönelik değil, yakın çevresine, ailesine, eşine yönelik de bir bilgilendirme yapmak gerekiyor. Genel bir psikoeğitimin yanında, kişinin hayatı üzerindeki etkileri konusunda farkındalık yaratmak çok önemli. 


Yankı Yazgan: Kesinlikle. Burada önemli bir nokta da şu: DEHB, sadece bireyin kendi içinde yaşadığı bir durum değil, çevresiyle olan etkileşimini de doğrudan etkileyen bir değişiklik. Psikiyatri, diğer tıp dallarından farklı olarak, bireyi içinde bulunduğu sosyal bağlamdan bağımsız düşünemez. DEHB semptomatolojisini değerlendirirken, içinde olduğu psikolojik ve sosyal bağlamı da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Çünkü bu bağlam, çocuklukta okul, yetişkinlikte iş hayatı ve genel olarak toplumla kurulan ilişkilerde semptomların nasıl ortaya çıktığını etkilediği gibi, semptomlar da bağlamı etkiliyor. Örneğin, trafikte sergilenen davranışlar . DEHB’nin önemli alanlarından biri . Çünkü sabırsızlık, ani tepkiler verme, kurallara uymakta zorlanma gibi belirtiler, bireyin trafikteki ‘sosyal’ yaşamını anında ve doğrudan etkiliyor. 

Daha mikro düzeyde bakacak olursak, en önemsediğim etkileşim alanı yakın ilişkiler. Öyle ki, DEHB’nin erken dönem belirtilerinden biri, çocuklukta kurulan yakın ilişkilerde yaşanan zorluklar. Özellikle okul öncesi dönemde, 0-6 yaş arasındaki bağlanma süreçleri, gelecekteki sosyal becerilerimizi şekillendiriyor. DEHB’ye yol açan temel nörobiyolojik faktörler, bireyin bu ilişkileri nasıl kurduğunu da etkiliyor ve bu nedenle DEHB’nin sadece akademik ya da sosyal düzene uyumla ilgili bir davranış sorunu olarak görülmesi sıkça yapılan hatalardan biri. Oysa DEHB, yalnızca okulda yaşanan bir mesele değil; çocuk-ebeveyn ilişkisini, kardeş ilişkisini, hatta daha okul öncesi dönemde bile bireyin sosyal etkileşimlerini doğrudan etkileyen bir yapı. Uzun vadede tüm ilişkileri şekillendiren bir bakış açısı, adeta bir sosyal miyopi yaratıyor.

Bazı bireylerde bu etkiler daha belirgin olurken, bazılarında ise daha sinsi bir şekilde ilerleyebiliyor. Özellikle bilişsel kapasitesi yüksek, ailesinin desteğini alabilen ve sosyoekonomik açıdan avantajlı bireylerde belirtiler genelde daha düşük seviyede seyredebilir. Ancak bu, bir sorun olmadığı anlamına gelmiyor. Sadece verdiği zarar, doğrudan fark edilmediği için tespit edilmesi yıllar alabiliyor. Peki, bunu nasıl vakitlice anlayacağız? İşte burada okullar devreye giriyor. Okul öncesi eğitim kurumları, ilkokul öğretmenleri, eğitimciler hatta eğitimci olmayan ancak insan gelişimine duyarlı profesyoneller, bu konuda farkındalık sahibi olduğunda, erken tanı süreci çok daha sağlıklı ilerleyebiliyor. Ancak buradan şu anlam çıkmamalı: "Çocukluk dönemi geçtiyse artık her şey için çok geç!" Hayır, kesinlikle böyle değil. Bunu çok iyi biliyoruz, değil mi Eylem Hanım? Bu konudaki tecrübelerinizi duymak isterim. 


Eylem Özten Özsoy: Kesinlikle, kesinlikle! Burada bir çaresizlikten söz edemeyiz. Evet, erken tanı ve müdahale olsa elbette daha iyi olurdu, ancak bu, geç kalındığında çözümsüzlük olduğu anlamına gelmiyor. Hocam, "sinsi gidişat" tanımınız gerçekten çok yerinde. Bunu klinik pratiğimizde sıkça görüyoruz ve ben de bu kavramı birebir deneyimleyen hastalarla çok karşılaşıyorum. Zekâ kapasitesi yüksek, güçlü bir aile desteği olan, sosyal çevresi tarafından desteklenen veya sorumluluk bilinci gelişmiş bireylerde DEHB bazen yıllarca fark edilmeden ilerleyebiliyor. Özellikle obsesif kişilik özelliklerine sahip bireylerde bu durum daha da belirgin hale geliyor. Bu kişiler, dikkat eksikliği baskın formda olduğunda bile ekstra bir çaba harcayarak günlük yaşamlarını sürdürebiliyorlar. Ancak bu, çok büyük bir enerji gerektiriyor ve kişi yıllarca fazladan efor sarf ederek durumu tolere etmeye çalışıyor. Bu yüzden "sinsi gidişat" dediğimiz bu süreç, aslında zaman içinde başka noktalardan kendini gösteriyor. 

Bize bazen depresyon şikâyetiyle başvuruyorlar, bazen bir ilişki problemi, bazen de iş yaşamında yaşadıkları zorluklar nedeniyle geliyorlar. Ancak altta yatan asıl mesele DEHB olabiliyor. Siz az önce "Bu bir okul problemi değil." dediniz, biz de klinikte şunu çok net görüyoruz: Bu, sadece akademik ya da iş hayatına dair bir sorun değil. Hayatın her alanına yansıyan bir durum. Özellikle sinsi bir seyir izlediğinde, bambaşka sorunlarla ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle erken tanı ve farkındalık çok önemli. 


Yankı Yazgan: Yakın ilişkiler, özellikle de... Çünkü birçok kişi için, mutluluk iş ya da akademik başarıdan ziyade, yakınlarla kurulan anlamlı ve sağlam ilişkilerle tanımlanıyor. 

Bu yakınlar romantik ya da cinsel partnerler olabileceği gibi, arkadaşlar ve ait olduğumuz diğer gruplar da olabilir. Buralarda kendi kimliğimizle yer almak, kendimizi değerli, önemli ve sevilmeye değer hissettiğimiz durumların varlığı ya da yokluğu, bireyin psikolojik iyi oluşunu doğrudan etkiliyor. DEHB, işte tam bu noktada devreye girerek bu ilişkilerin gelişmesini zorlaştırabiliyor ya da bireyin kendi kontrolü dışında şekillenmesine neden olabiliyor. 

Buradaki kontrol meselesi önemli. Örneğin, bir gruba mensup olabilirsiniz ama bu, sizin gerçekten içinde olmayı arzu ettiğiniz bir grup olmayabilir. Bir çetenin mensubu da olabilirsiniz ya da bir topluluk içinde önemli biri olarak görülüyor olabilirsiniz, fakat asıl istediğiniz şeyin bu olup olmadığıyla ilgili bir sorun ortaya çıkabilir. DEHB’li bireyler için bu durum daha sık karşılaşılan bir mesele. Çünkü DEHB, yaşam üzerindeki kontrolü kaybettiren, seçimlerimizi “kendimizin yapmasını” zorlaştıran bir problem. Başlangıçta kendini kontrol etme mekanizmalarının yeterince gelişmemesiyle ortaya çıkıyor, ancak zamanla bireyin hayatın geneline dair kontrolünü kaybetmesine neden oluyor. Seçimleri etkileyen ve bireyi bir noktada iradesiz hissettiren bir yönü var. 

DEHB’si olan bireyler, hayatlarının birçok alanında kendilerini seçimlerini yapan kişi olarak değil, yaşamın akışına kapılmış şekilde bulabiliyorlar. Kararları kendileri alıyor gibi görünseler de aslında sürüklendiklerini hissediyorlar. Ve biliyoruz ki, insanın ruhsal anlamda özerk olması, kendi hayatı üzerinde kontrol hissine sahip olması, psikolojik iyi oluşun temel taşlarından biri. Sizler terapist olarak bu konulara daha hakimsiniz, ancak bu kaybedilen özerklik, bireyin bir noktada edilgen bir role sürüklenmesine neden olabiliyor. Elbette birinin peşine takılmak, bir gruba dahil olmak tek başına olumsuz bir durum değil. Ama önemli olan, bunun kendi irademizle, bilinçli bir seçim sonucu mu olduğu, yoksa istemsizce mi gerçekleştiği. DEHB’li bireyler için bu iki durum arasındaki çizgi zamanla belirsizleşebiliyor. 

Yaş ilerledikçe DEHB’nin etkileri, davranışa yansıyan aşırılıkları seyrelme eğiliminde gibi görünse de aslında belirli bağlamlarda özellikle iç dünyada, ruhsallık düzeyinde kendini göstermeye devam ediyor. Okul ya da gündelik yaşam içindeki davranışlara bakarak karar vermek her zaman kolay olmuyor. Bu noktada "gelişimsel duyarlılık" kavramı devreye giriyor.  Gelişimsel duyarlılık, bireyin semptomlarının yaşına ve bulunduğu gelişimsel evreye göre değerlendirilmesi gereken bir faktör. Yaş, DEHB belirtilerinin nasıl ortaya çıktığını anlamada belirleyici bir unsur.  Örneğin, çocukluk döneminde bu konuyla ilgili sık yapılan hatalardan biri, "Bu çocuk yerinde oturuyor, gayet sakin, televizyon ya da bilgisayar karşısında saatlerce dikkati dağılmıyor." gibi yorumlar. Oysa DEHB’nin en önemli özelliği bağlamsal olmasıdır. Bir davranışı her yerde aynı biçimde göremeyiz. Aslında birçok tıbbi durum da bağlamsal şekilde belirti verir. Örneğin, kalbinizde bir sorun varsa, düz yolda yürürken hiçbir şey hissetmeyebilirsiniz. Ama üç kat merdiven çıktığınızda nefesiniz kesilir ya da göğsünüzde bir ağrı hissedersiniz. DEHB de böyledir. Hayatınız boyunca yolunuz dümdüz ilerliyorsa, herhangi bir sorun hissetmeyebilir, yaşamayabilirsiniz. Ancak hepimiz biliyoruz ki yaşam er ya da geç bir noktada bizi yokuşlarla karşılaştırıyor. Kimisi baştan itibaren daha engebeli bir yolda ilerlemek zorunda kalıyor, kimisi ise hayatının belirli dönemlerinde bu zorlukları yaşıyor. Ve burada içine doğduğumuz toplumsal koşullar da belirleyici bir faktör haline geliyor. 


Bedia Kalemzer Karaca: Şu aklıma geliyor hocam… Bazen yolların yokuşlu olduğunu çocuklar fark etmiyor, çünkü ebeveynler onları sırtlarında taşıyor. 


Yankı Yazgan: Doğru söylediniz, çok doğru. 


Bedia Kalemzer Karaca: Birey yetişkin hayatına adım atıp romantik ilişkiler ve iş yaşamıyla yüzleştiğinde şunu fark ediyor: Beni taşıyacak biri yok. Artık bir yetişkinim ve DEHB diye bir şey var. Bazen de ebeveynler, çocuklarının okulda yaşadığı zorlukları fark ettiklerinde, “Benim çocukluğuma çok benziyor.” diyerek kendi geçmişleriyle bağlantı kuruyor ve bu süreçte tanıya ulaşıyorlar. Bu da gösteriyor ki DEHB, sadece bireysel bir mesele değil; aile, toplum ve çevreyle iç içe bir durum. Günlük hayatın birçok alanında kendini hissettiriyor. 

Peki, erişkinlikte çevrenin rolü ne? Artık ebeveynlerden çok, romantik ilişkiler, arkadaşlıklar ve iş ortamı hayatımızda belirleyici hale geliyor. DEHB’li biriyle çevresi nasıl daha sağlıklı bir iletişim kurabilir? Özellikle iş hayatında, bir ekip lideri veya yönetici, bu bireylerle nasıl verimli çalışabilir? Bu konuda ne dersiniz? 


Yankı Yazgan: Bu konu ayrıca uzun uzun konuşulabilecek, sizin de kitabınızda ele aldığınız önemli meseleleri içeriyor. İş yerlerini ve toplumsal hayata katılımı belki şöyle ayırabiliriz: 

Bir yanda resmi olmayan, daha çok kişisel bağlarla yürüyen ilişkiler var—yakın arkadaşlıklar, romantik ilişkiler, aile içindeki dinamikler... Bunlar belirli ya da apaçık bir kontrata bağlı değil, kurallar ve yasalar tarafından doğrudan düzenlenmiyor. Diğer yanda ise iş yeri, okul ve genel olarak topluma katılım var, belli protokollere bağlı olan. 

Işyeri ve okullarda katılımı, yer almayı nasıl sağlayabiliriz? Eğer DEHB bir nörogelişimsel bozukluk olarak yeti yitimine yol açıyorsa, bazı durumlarda engellilik kapsamında değerlendirilebiliyor. Bu da bireyin yasal olarak belirli haklara sahip olmasını beraberinde getiriyor. Basit bir örnek vereyim: Küçük yaştan beri tanıdığım, şu anda hukuk doktorasını tamamlamak üzere olan biri… Başka bir ülkede doktora sınavına girecek. Jüriye, üniversitenin psikolojik danışmanlık ve engelliler hizmet biriminden bir mektup geliyor. Mektupta şöyle deniyor:  "Jüriye girecek olan 36 yaşındaki X kişisi DEHB tanısı vardır.   Sorularınıza cevap verirken dikkati dağılabilir ya da konudan sapabilir. Lütfen gerektiğinde durdurup ana konuya dönmesi gerektiğini hatırlatınız."  Bu ne anlama geliyor? Eğer kişinin DEHB tanısı belgelenmişse, jüri onun konu dışına sapmasını bir dezavantaj olarak kullanamaz. Aksine, ona özelliklerini gözönüne alarak rehberlik ederek sınavın adil bir şekilde yapılmasını kişinin becerilerinin ve bilgisinin adilce değerlendirilmesini sağlamalıdır. İş yerlerinde de benzer bir sorumluluk var. Elbette her engel grubuna yönelik düzenlemelerde suistimal tartışmaları yapılabilir. Ancak bu, hakkın tanınmasını engelleyen bir durum değil. Asıl mesele, bu hakların nasıl doğru kullanılacağıdır, bunun sağlanmasıdır. DEHB’li bireyler, uygun düzenlemeler yapıldığında içinde bulundukları ortama önemli katkılar sağlayabilirler. Davranışlarında doğrudan, net, filtresiz ve bazen tırnak içinde "patavatsız" olmaları bile, grup dinamiklerinde samimiyetin artmasına ve yaratıcı çözümler üretilmesine katkıda bulunabilir. 

Ancak burada kritik bir nokta var: Düzenlemeler, bireylere gelişmelerine bir imkan vermek yerine bir ayrıcalık sunmak için değil, onların potansiyellerini en iyi şekilde ortaya koymalarını sağlamak için yapılmalıdır. Yani amaç, ayrıcalık yaratmak değil, bireyin ekibe tam anlamıyla katkı sunabileceği koşulları oluşturmaktır. 


Bedia Kalemzer Karaca: Tam da kapsayıcılıktan bahsediyorsunuz. 

Çocukluk döneminde okul ortamında kapsayıcılığın nasıl sağlandığını konuşuyoruz—öğretmen, öğrenci, sınıf arkadaşları, ebeveynler, hatta okul çalışanları… Hepsini içine alan bir sistem. İş yerinde de aslında benzer bir durum var. Orada da herkesin kapsayıcılığın bir parçası olması gerekiyor. 


Yankı Yazgan: Çok doğru bir noktaya işaret ettiniz. Gerçek anlamda kapsayıcı bir toplumdan bahsediyorsak, DEHB’si olan bireyin bizimle beraberken tüm potansiyelini ortaya koymasına nasıl yardımcı olabileceğimizi düşünmeliyiz. İş yerindeki bir takım yöneticisi ya da lider—adı her ne olursa olsun—buna nasıl baktığıyla süreci şekillendiriyor. 

Bu, yalnızca DEHB için değil, tüm engellilik grupları için geçerli bir durum. Ancak DEHB’nin görünmez bir engel olması, bireyin bunu bir engel olarak kabul etmek istememesi ya da damgalanma endişesi yaşaması gibi durumlar konuyu daha da karmaşık hale getirebiliyor. Ne yazık ki, nörogelişimsel ve psikiyatrik durumlarla ilgili damgalanma kaygısı, bireylerin bu konuda açık olmalarını zorlaştırıyor. 


Bedia Kalemzer Karaca: Bu konuda sizin bakış açınız nedir Eylem Hocam? 


Eylem Özten Özsoy: Aklıma şu geldi, Bedia’cığım... 

Seninle kitap üzerine çalışırken, DEHB’nin getirdiği zorlukları konuştuk, ama bir noktada da şunu söyledik: "Eğer iyi yönetilirse, DEHB’nin çok güzel, çok güçlü yanları da var." 

Samimi, içten, pazarlıklı olmayan, açık sözlü, yaratıcı bakış açıları geliştirebilen insanlar... Ve listeyi daha da uzatabiliriz. Bu yüzden, güçlü taraflarını unutmamak önemli. Ama buradaki kritik nokta şu: “İyi yönetilirse.” Bunun altını çizmek gerekiyor. 


Yankı Yazgan: Evet, evet. Çünkü şöyle bir durum var… DEHB, bazı şeyleri kazanamamış olmayı beraberinde getirirken, aynı zamanda bazı olumsuz alışkanlıkları da “kazandırabiliyor”. 

Bu nasıl oluyor derseniz, örneğin hesapçılık gibi stratejik düşünme gerektiren bazı özellikleri kazanamamışlık, DEHB’li bireyler için pek kolay değil. Bazen bu bir avantaj gibi görünse de pratikte sorun yaratabiliyor. "Ağzından çıkanı kulağın duymuyor mu?" denilen durumlara düşebiliyorlar. Aşırı dürüstlük, düşünmeden konuşma, sır saklamada zorlanma gibi durumlar sıkça karşılaşılıyor. Bir çocuksuluk, sevimlilik ve samimiyet getiriyor ama aynı zamanda da bireyin ve beraberindekilerin hayatını zorlaştırabiliyor. Ancak burada önemli bir ayrım yapmak gerekiyor. DEHB’yi romantize etmek istemem. Çünkü yaşanan zorluklar sadece bu olumlu görünen özelliklerden ibaret değil. Biz burada DEHB ile yaşayan bazı bireylerin güçlü, avantajlar getirebilen yanlarını konuşuyoruz, ama bu herkes için geçerli değil. Pek çok kişi bu nedenlerle dışlanma, reddedilme, aşağılanma, hatta hakarete maruz kalıyor. Bunun yanı sıra, DEHB’nin neden olduğu başka komplikasyonları da göz ardı etmemek gerek. Örneğin, madde kullanımı ve bağımlılık gibi sorunlar, DEHB’li bireylerde daha sık görülebiliyor. Davranış bozukluklarıyla birlikte olduğunda, küçük ya da büyük ölçekli suçlara karışma riski de artabiliyor. Örneğin, dürtüsellik nedeniyle birisine iyilik olsun diye kefil olup sonra borçlu duruma düşebiliyorlar. "İyilik yapıyorum" diye düşünerek hareket ediyor ama "Bu kime yapılıyor, ihtiyaç var mı, sonucu ne olur?" diye tartmadan adım atabiliyorlar. Buna "duygusal dürtüsellik" diyelim. O andaki iyi niyet ve güçlü duygularla acele kararlar alıyor, yeterince düşünmeden harekete geçiyorlar. Küçük yaşlardaki kazalar da bu yüzden çok yaşanıyor. Kıyıdan uzaklaşırken, denizde ne kadar açıldığını fark etmeyen birisi gibi, hayatın içinde de bazen geri dönüşü zor kararlar alabiliyorlar. 

Bu yüzden, DEHB’li bireyler için iyi bir tedavi ve doğru terapiler kadar, hayatlarında gerçeklik testi, "Reality check" yerine geçecek yanlarında olan güvenilir kişilere sahip olmak da kritik. Bu destek mekanizmasını, bazen arkadaşlar, bazen eşler sağlıyor. DEHBli bireyler, hayatlarının farklı dönemlerinde bu roldeki insanlara tutunarak zor durumlardan korunabiliyorlar. 

Bu noktada okulların rolü de çok önemli. Bedia Hanım, sizin Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi’nde Sabancı Vakfı desteği ile birlikte yürüttüğümüz dört yıllık çalışmada hedef olarak vurguladığımız gibi, okullar, çocukların ve gençlerin geleceğe taşıyabilecekleri sağlam bağları kurmalarını destekleyen bir ortam yaratırsa, bu sadece DEHB için değil herkes için büyük bir kazanım olur. 

Özellikle DEHB’li bireyler için, gerektiğinde sığınabilecekleri, gerektiğinde bir danışma kurulu gibi görebilecekleri sağlam ilişkiler ağı kurabilmiş olmak büyük bir fark yaratıyor. Ancak yaş ilerledikçe bu tür bağları oluşturmak daha da zorlaşıyor. Çünkü insan büyüdükçe, yeni ve güvene dayalı ilişkiler kurmak giderek daha karmaşık hale geliyor, değil mi? 


Bedia Kalemzer Karaca: Ve sonuçta, kişinin tüm süreci kendi başına yönetmesi gerekiyor. Bir çerçeve olmadan, daha önce bahsettiğimiz gibi, bir sınıf ortamı ya da ait olduğu bir yapı tarafından desteklenmeksizin hareket etmek, tamamen bireyin kendi özelliklerine ve iç dinamiklerine bağlı hale geliyor. Bazen de duygusal detayları kaçırmak, bireyler için büyük bir zorluk yaratabiliyor. Yankı Hocam, siz yıllardır halka yönelik DEHB alanında psikoeğitim çalışmaları yapıyorsunuz ve bence bu çalışmalar, ruh sağlığının Türkiye'de daha geniş kitlelere ulaşmasında çok büyük bir katkı sağladı. Özellikle DEHB konusunda meslektaşlarınızla birlikte kavramın duyulmasını, farkındalık oluşturulmasını sağladınız. 

Son söz olarak, bu konuda ne söylemek istersiniz? Belki DEHB’si olan bir erişkine, belki bir çocuğa ya da ailelere… Aklınıza gelen, paylaşmak istediğiniz son mesaj ne olurdu? 


Yankı Yazgan: DEHB’den meslek hayatım boyunca çok şey öğrendim. Bunu yalnızca Türkiye özelinde düşünmemek lazım; tüm dünyada DEHB kavramı üzerine uzun yıllardır çalışılıyor. Her ne kadar modern anlamda adı DEHB olarak konmasa da, 19. yüzyılın sonlarından itibaren, davranışsal ve bilişsel süreçlerin kontrolündeki gelişimsel gecikmelerin sonuçları üzerine çok düşünülüyordu. Özellikle psikiyatrinin  dünya savaşları sonrasında hem yaygınlaşması hem de daha yerleşik bir tıp dalı haline gelmesi, DEHB’ye bakışımızı da değiştirdi. En önemli ilerlemelerden biri ise nörobiyoloji alanındaki gelişmelerle birlikte bu durumu daha iyi kavrayabilmemiz oldu. 

Bu noktada şunu vurgulamak gerekiyor: Bir durumla ilgili bilimsel veriler arttıkça, kavrayışımız derinleşiyor. Bu da yalnızca akademik bilginin değil, doğrudan insan hayatına ve topluma yansıyan bir değişimin habercisi oluyor. DEHB, alandaki bilgi artışının en olumlu örneklerinden biri oldu. Türkiye’deki değişime baktığımızda, 30 yıl önce birinin bana DEHB üzerine böyle bir podcast kaydedeceğimizi söyleseydi, bunu oldukça iyimser bir tahmin olarak görürdüm. Bugün geldiğimiz noktada, bu iyimserliğin gerçeğe dönüşmesi beni mesleki olarak çok mutlu ediyor. Daha da önemlisi, artık ülkemizde birçok insanın kendine “DEHB tanısı ile ilgili özelliklerim var mı?” diye soruyor olması, yetişkinlerin, çocukların ve gençlerin bu konuda daha bilinçli hale gelmesi, büyük bir fark yaratıyor. Bu tür zorlukları yaşayan bireyler için bunun cesaret verici bir durum olduğunu düşünüyorum. DEHB kavramının, yalnızca zorluklarıyla değil, bireylerin hayatına kattığı güçlü yönleriyle de değerlendirilmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra, Türkiye’de bu alanda çalışan meslektaşlarımızın sayısı da oldukça arttı. Artık yalnızca belirli öncüler veya kanaat önderleri tarafından yürütülen bir çalışma alanı olmaktan çıktı; ruh sağlığı alanında çalışan neredeyse herkesin bildiği, destek sunabildiği, yönetilebilir bir süreç haline geldi. Bu yüzden, DEHB’nin genellikle iyi senaryoların mümkün olduğu bir durum olduğunu akılda tutmayı öneririm.  


Bedia Kalemzer Karaca: Teşekkür ederiz Hocam. Eylem Hocam, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı? 


Eylem Özten Özsoy: Gerçekten DEHB, özellikle erişkinler açısından yeni yeni farkındalığın arttığı, ancak hızla gelişen bir alan. Çocukluktan itibaren yapılan çalışmalar ve yıllar içindeki farkındalık çalışmaları, bu konuda güçlü bir altyapı oluşturdu. Yankı Hocam hem bugün programımıza katıldığınız için hem de genel olarak alana yaptığınız katkılar için çok teşekkür ederiz. 


Bedia Kalemzer Karaca: Teşekkür ederiz Yankı Hocam, sağ olun. 

Gerçekten keyifli bir sohbetti. DEHB’nin geçmişten günümüze nasıl evrildiğini, alandaki en yetkin isimlerden birinden dinlemek bizim için çok değerliydi. 

Katkılarınız ve paylaşımlarınız için tekrar teşekkür ederiz.



Güzel Günler Klinik Logo

Adres

Levent, Maya Meridyen İş Merkezi
Ebulula Mardin Cad. No:16

34335 Beşiktaş/İstanbul

Bağlantıda Kalın

En son haberleri ve güncellemeleri alın.

© 2025 by Güzel Günler Klinik.
 

Yankı Yazgan Çizimler İkonu
bottom of page